Dijital Kitaplar bültenlerine abone olun, yeni çıkan kitapları ve gelişmeleri ilk siz duyun.

Zeliha Yeşim Günay: “Yazmaktan asla vazgeçmeyeceğim.”

Zeliha Yeşim Günay: “Yazmaktan asla vazgeçmeyeceğim.”
  • Dijital Kitaplar Editör Ekibi
  • 4 Kasım 2025
  • 12

Yazarımız Zeliha Yeşim Günay, ilk öykü kitabı Umarsız özelinde, Edebiyat Haber’den Hande Emekçi’nin sorularını yanıtladı. 

Kendinizi kısaca tanıtabilir misiniz?  Kitaplarla ve yazmakla olan ilişkiniz nasıl başladı?

Bebeklerin dünyaya gelmeden önce ebeveynlerini seçtikleri, doğarken bunu unuttukları söylenir. Rivayet midir bilinmez ama ben seçimimi, İstanbullu bir İngilizce öğretmeniyle evli tüccar bir adamdan yana yapmışım. Belki de tüccar adamın babasının Ankara Barosu’na kayıtlı bir avukat oluşu etkilemiştir bu tercihi. Ankara’nın Kızılay semtinde, büyükbabamın apartmanında; kalabalık ailem ve kiracılarımızla birlikte, hayal bile edemeyeceğiniz kadar renkli, bir o kadar da karmaşık ama eğlenceli bir çocukluk geçirdim. Büyükbabamın avukatlığı yavaş yavaş bıraktığı, Anadolu Kulübü’nde dostlarıyla briç oynadığı, kalan vaktini de masa başında yazarak geçirdiği yıllarda dünyaya geldim. Siyasi bir kimliği yoktu ama döneminin politikacılarıyla dosttu. Ailesini kollamayı kendine görev bilirdi; güçlü, temkinli bir adamdı büyükbabam. Yazıhanesini süsleyen cüppeli fotoğraflarında, saç tellerine ak düşmemişti.  Deri kapaklı siyah kitapları, benim renkli büyük harfli Ayşegül kitaplarıma hiç benzemezdi. Geniş kütüphanesi, yazıhanesine uzanan geniş koridorun bir duvarını bütünüyle kaplardı. O koridoru koşarak geçmezsem kitapların beni içine çekeceğinden korkardım. Masasının üzerindeki kâğıt tomarına, gümüş mürekkep hokkasına, divit kalemlerine izinsiz dokunmamam öğretilmişti; o zaman anlamıştım yazmak büyük adamların işiydi. Elbet bir gün ben de büyüyecektim. Büyükbabamın baro kayıt numarası ondan küçük, beşten büyüktü….Kapısından girdiğim her dairede Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi asılıydı; ben o hitabeyi okuma yazma bilmeden ezberlemiştim. Okula gitmeden gördüklerim ve seyrettiklerim merakımı artırdı. Okullu olunca, Kemalettin Tuğcu, Doğan Kardeş, Milliyet Çocuk Yayınları, Armağan Çocuk Klasikleri eksiksiz kütüphaneme girdi. Halam ve eniştemi, Ankara Devlet Konservatuarı’nda sahnede izlerken ilkokul son sınıftaydım; o sırada Afacan Beşler ve Gizli Yediler serilerini okuyordum. Drakula’yla başlayan korku romanlarına merakım, öbür dünyaya açılan kapıyı aralayacağını zannettirse de öyle olmadı. Derken lise bitti ve ODTÜ hayatım başladı. Üniversiteyle birlikte okuma yazmalarım çoğaldı ama farklılaştı. Babamın 1927’de, bir buçuk yaşındayken girdiği aile apartmanımızdan 1988’de evlenip ayrıldığımda yirmi beş yaşındaydım ve kültürel birikimlerimi tamamlamıştım. Zamanı gelince olması gereken olacaktı.

 Kitabınızın ortaya çıkış öyküsünü anlatabilir misiniz? Fikir nasıl doğdu, kitabın ismine nasıl karar verdiniz, yazma sürecinde neler yaşadınız? 

İnsan, birey olarak varoluşunu kendisi yapılandırır. Önce var olur, sonra kendi özünü ve amacını belirler. Bu belirleme sürecindeki başarı, gözünü açtığı yeri sahiplenmesi ve temas kurduğu dünyayı sorgulamasıyla ilgilidir. Sahiplenme tek taraflı olmamalıdır; öz ve amaç öncesindeki temel eğitim, bireye çocukluk evresinde verilmelidir. Varoluş hâllerini, tarzlarını ve süreçlerini anlayan birey, kendi varoluşunu tamamlar. Bu süreçte hatalar olacaktır ve olmalıdır; zira bu hatalar onu yalnızca çok yönlü kılmakla kalmaz, varoluş öyküsünü de geliştirir ve hayatı hissederek yaşamasını sağlar. Kitabımın çıkış öyküsüne ışık tutan bu satırlar, insanın karmaşık duygusal dünyasını, modern hayatın ikiyüzlülüğünü ve toplumsal normların gölgesinde şekillenen yaşamları çarpıcı biçimde ele alan öykülerden oluşan koleksiyonumun kapısını aralıyor. Daha fazla bilgi ve detay için Dijital Kitaplar’ın tanıtım sayfasını ziyaret edebilirsiniz.Öykü kitabım Umarsız, adını taşıyan bir öykü içermese de, her öyküsü dirsek teması kurduğum yaşamlardan kesitler sunuyor. Karakterler, çıkmazı düştüklerinde yaşadıkları içsel hesaplaşmaları uzun uzun anlatmasalar da, yan öyküler ve karakterler aracılığıyla okuyucuya hissettiriliyor. Bir kafede ya da metroda kulak misafiri olacağınız meseleleri, refaha çıkan mutlu sonlarla öyküledim. Karakterlerimin her biri gerçekte var olanlardan esinlenmiş, ancak gerçek olamayacak kadar hayalidir. Onları okunur kılansa kurmacanın sihridir. Öykü yazarken konu bulmada sıkıntı yaşamıyorum; aldığım felsefe eğitiminin yanı sıra Tiyatro Çağdaş Metin Yazarlığı eğitimimde yaptığım oyun okumaları sanırım öykülerime farklılık ve derinlik katıyor. 

Kitabınızı tamamladıktan sonra yayınevi bulma süreciniz nasıl geçti? Kitabınızı basmaya karar veren yayıneviyle yaşadığınız süreç nasıldı?

Bir yayınevi sahibi olduğunuzu varsayın; teknoloji çağında çağa ayak uydurmazsanız kaybolup gidersiniz. Dünyaya açılımınız orasıdır ve orada aktif olmalısınız. Yaptığınız tanıtımlar ve paylaşımlarla, bilerek veya bilmeyerek kendinizi şeffaflaştırıyor, yönetim şeklinizi ifşa ediyorsunuz. Siz yapmadığınızı sansanız da, bağlantıda olduğunuz kişi açık veriyor. Azıcık dikkatli olan, sadece Instagram sayesinde bu işlerin nasıl döndüğünü anlayabilir. Tabii, pandemi sonrası ekonominin çöküşüyle bunu açıklayacaklar. Pandemi A’dan Z’ye sektörü etkiledi, işçilik de arttı; işletmeleri ayakta tutan ciro ve kâr payları tatminkâr olmaktan çıktı. Fakat, basımı pahalı olsa da alıcısı hazır masaüstü kitaplar hâlâ revaçtaydı. Başvuru sayfasından dolu olduklarını açıklayan yayınevlerinin süreci değerlendirip bu türe yöneldiğini internet sayesinde öğreniyoruz. İşletmeler kalıcı olmak istiyorlarsa yeniliğe açık olmalıdırlar; kendileri açısından doğru olanı yapmışlardı. Bu süreçte acele etmemem, doğru zamanı beklemem öğüt verilmişti. Ve ben yayımlanmak için yazmaktan uzaklaşmış, okunmak için yazar olmuştum. Öykülerim, kitap tanıtımlarımla deneme yazılarım çevrimiçi sayfalarda yayımlanıyor, yazdıklarımın talep gördüğü ve çok okunduğu bilgisi benimle paylaşılıyordu; demek ki, kitapsız da yazar olunabiliyormuş! Yayınevimle tanışmam oldukça ilginçti; maillerimi temizlerken karşıma çıktı. O zamanki adıyla e-posta kutumda, spama düşmeyen ama bizzat temasa geçmediğim yayınevine reklamlarından aşınaydım. Hemen linki tıkladım. Sitenin sayfa düşeni kusursuzdu; her işlevin başlığı vardı ve sayfalar anında açılıyordu. Eserlere girdiğimde işlev hızı ve sayfa düzeni, pek çok geleneksel yayma göre kusursuzdu. Yayın Kurulu başlığını tıkladım. Ve Dijital Kitaplar’ın kendi sınırlarında kuralları olan özgün bir platform olduğunu anladım. Basmadıklarından satış, depolama, dağıtım gibi sorunlar da yoktu. Kitabım, okura sorunsuz ulaşacaktı. Yazdıklarım bana aitti; onları parayla satmak, zaman içinde bir kütüphanenin tozlu raflarına terk edileceğini bilmek, baskısı bittiğinde yenisi için beklemek bana göre değildi. Yazıyordum ve okunmak istiyordum. Basmıyor ve satmıyoruz felsefesi, felsefeme de uyuyordu. Doğru zaman kendiliğinden ayağıma gelmişti. Hazırda bekleyen dosyama yeni yazdığım birkaç öyküyü de ekleyip, oyalanmadan yolladım. Eserimin onaylanma sürecinde ayrı, sitede yayımlanmasında başka şekilde heyecanlanmış, gün sayar olmuştum.

 Kitabınızdan biraz bahsedebilir misiniz? Kitapta sizi en çok etkileyen bölüm hangisi?

Umarsız’da yirmi iki öykü var. Bazıları daha önce çevrimiçi sayfalarında yayımlandı ama kitaptaki halleri aynı değil. Her biri benden bir parça; yaşadıklarım değiller ama yaşamadıklarımda sayılmazlar.  Kitaptaki öykülerim içinde yaşadığımız zamanda geçiyor. Öykülerimde ana karakteri geçmişe götürmeyi severim ama onları orada, sorunlarıyla baş başa bırakmam. Sıkıştığım yerde masalsı anlatıma sığınmam. Dilim anlaşılır ama sade değildir; alt katmanlarında psikolojik çözümleme, sezgisel ritim ve zaman zaman kara mizah gizlidir. Bir cümlenin içinde hem sızı hem mesafe hem merhamet hem yargı yan yana durabilir. Anlatımımın bir matematiği olduğunu söyleyebilirim. Duyguların integraliyle uğraşır, geçmişle bugünü toplar, aradaki boşluğu okurun kalbinde tanımsız bir sonuç olarak bırakmayı severim. Öykülerimde ölüm, aile, aidiyet, suçluluk, sevgi ve kayıtsızlık aynı masada oturur; her biri sessizce diğerinin hikâyesini dinler. Ölçülü ama duygusu taşkın öyküler yazmasını seviyorum; görünürde sakin, derinden sarsıcı, okuru incelikle titreten. Yaşamın en çıplak hâlini, ironinin ardına saklanan kırılganlıklarla birlikte anlatmak; kendi iç matematiğini çözmeye çalışan, çözümün yüzleşmede saklı olduğunu bilen ama yüzleşmekten korkan karakterleri işlemek, sanırım yazarlığımın merkezinde duruyor. Dönem hikâyeleri ve de masalsı anlatılar bana göre değil. O tür zamanında fazlasıyla yazıldı; bugün tekrar edilmesini kolaycılık sayıyorum. Bugünü, modern insanın dünyasını, hayatın ikiyüzlülüğünü anlatmayı tercih ediyorum. Günümüzü anlatan filmler gişe rekoru kırıyor, aynı temadaki romanlar çok okunanlar arasına giriyorsa, nedeni açık: Gerçek oldukları kadar eğlenceliler.Umarsız’daki yirmi iki öyküyü hissederek yazdım. Hiçbirini bir diğerinden ayıramam, her biri aklımın ürettiği duyguların içinde doğdu. Şu öykümün şurasından çok etkilendim desem, kendi ayağıma kurşun sıkmış olurum; bu, kalemime ihanettir. Ama bunu söyleyecek okura elbette saygı duyarım.

 İlk kitabı yayımlamanın en büyük heyecanı ve en büyük zorluğu neydi? Kitabınız yayımlandıktan sonra aldığınız tepkiler nasıldı?

Pandemi sürecinde kişisel çabamla pekişen yazma disiplini, üslubumu da oturttu; farkında olmadan öykülerim birikti. Benim için heyecan, hayal kırıklığına dönüşmediği sürece nefes almak gibi, her zaman diri ve canlı. Tepkiler konusundaysa politik davranamayacağım; kitabımı tebrik edenlerin çoğu, bana doğrudan soramadıkları şeylerin cevabını aslında kendi sözleriyle açık ediyorlardı. Zorluklar sayısız negatif içerik barındırır; orada boğulmak da elimizde, çıkış yolu bulmak da. Ben pozitif düşüncenin sinerjisine inanırım. Son kararı veren ben olduğum sürece, her türlü olumlu ya da olumsuz yoruma kulağımı tıkarım. Kitabımdan önce öykülerimle birlikte kitap tanıtımları ve birkaç denememin çevrim içi sitelerde yayımlandığından bahsetmiştim. Adım duyulmamışken, pandemide yazdığım ilk öyküyle Trendeki Yolcu çevrimiçinden aldığım küçük bir telif, yazıya daha çok zaman ayırmamı sağladı. Başta, ayın en çok okunanı olmak gibi bir hedefim yoktu; ama bir sitede, yılın en çok okunan öyküleri arasında adımı görmek beni motive etti. O zaman, yazdıklarımı bir yerde toplamanın vakti geldiğine inandım. Her şeyden önce kalemimin, anlatımımın ve kurgumun gücüne inanıyordum. Bugün Dijital Kitaplar yazarı olmaktan gerçekten mutluyum. Çünkü ben okunmak için yazıyorum. Ağustos’24 de dijital olarak yayımlanan kitabım Umarsız’ın ulaştığı okur sayısını gören herkes bana hak verecektir. 

İlk kitabınızı yayımladıktan sonra yazarlık konusunda düşünceleriniz değişti mi?

Ben dün kim idiysem bugün de oyum; yarın da değişmeyeceğim. Yazmak benim için bir tercih değil, varoluş biçimi. Yaşamı, dolayısıyla insanları seviyorum. Kalabalıklardan kaçmam; konuşmayı, düşüncelerimi açıkça ifade etmeyi severim. Aklıma geleni söylemekten çekinmem. Hem yazdıklarımın hem de söylediklerimin ölene kadar arkasındayım. Yazmak için sessizliğe ihtiyaç duymam. Benim için yazmak çocukken kestiğim kâğıt bebeklere, yine keserek yaptığım elbiselerini giydirip onlarla gezmelere çıkmak gibi bir şey.  İstanbul kazan ben kepçe kenti arşınlarım; her köşe her sokak bana yeni bir cümle fısıldar. Gördüklerimi aklımdaki kâğıt bebeklere giydirince yeni bir öykü başlıyor. Aklıma koyduysam, nerede olursam olayım, ne yaşıyorsam yaşayayım yazarım. Ortamın düzenli, masamın tertipli olmasına dair hiçbir saplantım yok. Olmadı, aklıma geleni sesli kaydederim. Zihnimin farklı çalıştığı, değer yargılarımın alışılmışın dışında olduğu söylenir ama ben kalıplara sığmayı sevmem. Var olmak, kulağı dışarıya tıkayıp yaşamı hissederek üretmektir. Yazar, ancak yazarak olur. Yazdıklarınızla var olduğunuzdaysa sorgulanırsınız. Sorgulandığınızda birilerinin size yazar demesini beklemeyin; kendiniz sahiplenin ki yarın biri sizi karalamaya kalktığında elinizde güçlü belge, yazdıklarınız olsun. Yazarlık konusunda düşüncemin değişeceğini sanmıyorum. Yazdıklarım okunmaya değer bulunmasaydı Dijital Kitaplar eserimi yayımlamaz, çevrimiçi sayfaların en çok okunanlar başlığı altında adım geçmezdi. 

Yeni bir kitap için çalışmalarınızı sürdürüyor musunuz? Henüz kitabı yayımlanmamış yazarlara tavsiyeleriniz neler olur?

İkinci öykü kitabım sürpriz olsun; üçüncüsünün de hazır olduğunu söyleyebilirim ama sırasını bekleyecek. Üzerinde çalıştığım iki roman dosyam var.Tavsiye deyince, yakın yaş grubum üçüncü soruya verdiğim cevabın içinde kendilerini bulacaklarından, sosyal kuşaklar üzerinden cevap vermek isterim. Sektörde Baby Boomers kuşağının son temsilcilerinden biri olarak varlık gösterirken, kuşağımın ardından gelen dört farklı kuşağa tavsiyeler vermek, onların tabiriyle söyler geçer olmak istemesem de fırsatı değerlendirmek isterim. Tavsiyelerin, eski neslin kendinden sonrakini kontrol altında tutmak için uydurduğu sözlerden ibaret olduğunu; hatta aba altından yer göstermeye vardığını söylediğimde kimlerin bana kızacağını biliyorum ama birilerinin bunları dile getirmesi gerekiyor ki, o kişi neden sen oluyorsun da diye sorabilirsiniz. Yeni nesil gerçekten her şeyiyle farklı; öğüt filan dinlemezler. Sizi adam yerine koymadıklarından değil, kendilerinin mükemmel olduklarına, yaş almayacaklarına, sizin yaşınıza hiç gelmeyeceklerine inandıklarından öğüdünüzü dinlemezler. Haklılar mı? Kısmen. Bakmayın ben de onlardan yanayım; öyle olmaları hoşuma da gidiyor, zira gelecek onların. Bence ayakta kalmak için kendilerini sevmeleri, zihinlerini sürekli yenilemeleri gerekiyor. Geçmişiyle mütemadiyen kavga edenden, belleğinin pis kokan yükünü sırtında taşıyandan, sorun üretmeyi marifet sayandan uzak dursunlar yeter. Henüz kitabı yayımlanmamış yazarların da bir gün yayımlanacaklarına eminim.Benim açımdan güzel bir röportaj oldu. Sorulara tüm içtenliğimle yanıt verdim. Evet konuyu açarken konudan sapmış da olabilirim ama röportajlarda her zaman böyle olmaz mı? Dilerim bu satırlardan süzülen samimiyet, siz okurların kalbinde bir yankı bulur.

Yorumlar

Bu Blog Hakkında Henüz Yorum Yapılmadı!

Zeliha Yeşim Günay: “Yazmaktan asla vazgeçmeyeceğim.” İçin Yorum Yap